Her Aşk Biraz Ürkünçtür
- Alara Işın Kaya
- 6 Eyl 2023
- 5 dakikada okunur
Tavsiye Edilen Şarkı: Towards Destiny, Mohammadreza Aligholi
Sen hep gelirim diyip gelmeyendin. Ben ise giderim diyip gidenlerdendim. Nasıl mutlu sonla bitsindi ki? Ölü doğacağını bildiğim bir bebeği taşıdım aylarca karnımda. Elimi karnımın üzerinde her gezdirdiğimde titrek bakışlarını hissettim o çocuğun. Ya yaşarsa dedim, ya o minik burun ve kıpkırmızı dudakları… Ya o kıvırcık sarı saçları… Kıyamadım, ama itiraf de etmedim. O kadar sevmiştim ki onu, bırakın sizlere söylemeyi, kendimden bile sakladım o aşkı. Her boğazıma yumru oturduğunda yuttum, sadece bir gece… Bir gece sadece, gitmeseydin keşke çıktı dudaklarımdan. Yatağın sol tarafında gece yatarken, sabah uyandığımda ve bedenimin içindekini uyandırmamak için parmak uçlarımda duşa girdiğimde. Yarın da benimle kalmanı diledim. Yarından sonraki gün de. Bir süre daha. Masalımızı yaşamak istedim. Bir hissin yanlış olduğunu, etik olmadığını bu anlatır size. Acı çekerken bile, daha da büyük bir acıyı ertelemek için dudaklarınızdan dökülen. ‘’Biraz daha böyle kalsak.’’
Kalmadık. Daha büyük acı ile de yüzleştim.
O günün ertesi sabahı, rüyamda seni gördüm. Sadece görmedim. Sevdim. Benim gibi biri ancak rüyasında korkusuzca sevebilirdi mükemmel olanı. Sanırım ki sen de öyleydin. Belki de değildin. Kim bilir? Dürüst olmanın kötü yanı herkesi kendin gibi sanmaktır. Dürüst olmamanın kötü yanı da herkesi kendin gibi sanmaktır. O rüyadan uyandığımda iki göğsümün arasında bir baskı hissettim, sanki iki avuç var gücü ile bastırıyordu. Anlamadım ve yüzümü yıkadım. Takvim ilerledi, aylar geçti, ve o baskı, her geçen gün şiddetlendi. Sanki bana ait olan, çok saf bir şekilde benim bir şeyim, benden alınıyordu. Senden bana uzanan kıpkırmızı bir ip vardı, ve sen her uzaklaştığında şunu hissediyordum:
Yanlış yerdeyim. Başka bir yerde olmam lazım.
Anlamıyordum neden böyle hissettiğimi, o kıpkırmızı ip benim ruhumu seninkine doğru çekiyordu oysaki. Ruhum uzaklaşıyor ama bedenim hareket edemiyor, çaresizce olup biteni anlamaya çalışıyordu. Bu yüzden, hiç güvende hissettirmemiş sen, daracık bir koltukta göğsümde uyurken korunuyorduk. Sen de biliyorsun, ben sana senin bana ait olduğun kadar aittim. Ama ne boş bedenlerimiz kavrayabildi ne de karışmış kafalarımız bu olağanüstü bağı. Nefretle kırmaların bittiğinde, akşam 9 civarı, hissettin mi yokluğumu?
Bir ses sana da fısıldadı değil mi?
Sanki o kadın özeldi.
Sonra bulamdın cevabını, bir süre sordun ancak, geri cevap alamadın.
Geceleri kan ter içinde uyanıyordum, anlam veremiyordum kalbimin çarpışına, alamadığım nefese. Bedenimdi o, kaybolan ruhumu onarmaya çalışıyordu. Ben yokluğunu kabullenmiştim ama bedenim seni, ve benden çaldığın ruhumun özel bir parçasını yadsıyordu. O gecelerde karnımdaki şişliği okşadım, ona her şeyin geçeceğini söyledim. Bebeğim dedim, ben ağlıyorum ve nefes alamıyorum ama korkma annen iyi. Söz veriyorum meleğim, ikimiz de çok iyi olacağız. En iyisini hak ediyoruz biz, masalımız böyle.
Rastgele bir Cumartesi, sabah olurken kendimi bir parkta çığlık atarken buldum. Elimde kanlar içinde bir bebek vardı. Hem sana, hem de bana benziyordu. Gözümden bir yaş gülümsememe doğru akıyor şimdi biliyor musun? Çok güzel bir bebekti. Bembeyaz teni, kırmızı yanakları, ıslak saçları vardı. Yerdeki çamura bulanan minik eli tuttum, alnındaki kanı titreyen elimle sildim. Göremedim gözleri ne renkti, hep kapalıydı ama biliyorum kahverengiydi. Çok biricik, çok masumdu. Ama o gün ben, ben orada durup bakamadım ona.
Kaçarak uzaklaşırken seni gördüm, dehşet içinde o minik canlıya baktın. Kendi gözümde ne gördüysem, seninkilerde de onu gördüm. Tutku, merhamet, korku, gurur, endişe, nefret, ve aşk. Benim gibi sen de tuttun onun elini, sen de gülümsedin. Sonra kaşlarını çattın ve nefret ettin ondan. Böylesine bir sevgi ancak böylesine bir nefret ile biterdi.
Kanlı ellerin ile kalktın ve koşmaya başladın. Ben de yürüyerek uzaklaşıyordum. Bir anda ancak, daha fazla hareket edemedim. Elimi terli elbisemin sırtına getirdim ve bir şey hissettim. Dehşet ile arkamı döndüğümde uzaktan seni gördüm. Şaşkınlıkla bana bakıyordun, senden bana işte o bebeğin kanının renginde bir ip uzanıyordu. Karışmış, dolanmış ve sıkışmıştı, çamur ile kaplıydı. Yavaşça sana yürüdüm, korkarak bana yürüdün. Yaklaştığımızda durduk, ikimiz de söylemedik göz önündeki gerçeği.
Bir çığlık duyuldu uzaklardan, biri bir bebeğin ölü bulunduğunu söylüyordu. Elim kalbime uzanan kırmızı ipe gitti panikle, söküp attım. Yaram kanamaya başladığında seni suçlamaya da başladım. Üzerimdeki kan beyaz gömleğine sıçradığı için sinirlendin, biliyorum senin için çok önemliydi nasıl gözüktüğün. Ben kan, çamur, gözyaşı ve ter ile kaplı bir katildim. Benimle gözükmek istemedin, çünkü sen tertemiz bir katildin. Gömleğin temiz olduğu için kendini tertemiz sanıyordun ve aptallığın tiksindiriyordu beni. Kanlı ellerimi tehdit edercesine ipek kumaşına götürdüm, aşağılayarak bana baktın. Sanki az önce kanlı bir bebeği okşamamış gibi benim ellerimden tiksindin. Nefret ettim, senden de ve ondan da. Kendime sarıldığım gecelerde hep derdim ya, sen bebeğim ve ben iyi olacağız, en iyisini hak ediyoruz. İkimiz de hak ediyorduk en iyisini, ancak bir tek benim sonum mutluydu.
Sana bir bildiğim, bir tane de bilmediğim şeyi söyleyeceğim. Bildiğim şey şu ki ister dürüst biri ol, ister körkütük yalancı, herkes herkesin kendisi gibi olduğuna inanır. Bilmediğim şey şu, sen dürüst müsün yalancı mı.
Bana geri geleceksin dedin, gelmeyeceğimi biliyordun. Ben ise giderim dedim, gittim. Suçlu ile mağdur neden hiç karşılaşmaz bilir misiniz? Çünkü suçlu her zaman olay mahaline geri döner, mağdur ise o sokaktan ömrü hayatı boyunca bir daha geçmeyecektir.
Benim koparıp attığım o kanlı kumaş, o gün lekeleyemedi seni ve lekeleyemeyecek hiçbir zaman. Ama senin koparamadığın o ucu kanlı ip, sen nereye gidersen git seninle gelecek ve attığın her adımda, yerde o kan izlerini görecek, mahvettiğin aşkın lekesini gömleğinde değil ancak attığın her adımda göreceksin. O kokuşmuş, kimsenin göremeyeceği ip, her geçen gün çürüyecek ve ağırlaşacak. Öyle ağırlaşacak ki bedeninde değil ancak ruhunda iki bedeni taşıdığını fark edeceksin. Ruhunun en güzel ihtimallere gebe kaldığını, ve o büyüdükçe senin sevgin de büyüyecek. Gözleri ne renk diye düşüneceksin? Alt dudağı bana benziyor mu ya da kirpikleri? Geceleri uyuyamadığında onunla konuşacaksın. Bebeğim, ben hazırım. Seni korumak için kendimi yaralamaya dahi hazırım.
Dayanamayıp o kan izlerini takip edeceksin bir gün, o parka geri gideceksin. En güzel ihtimalleri yaşatma umudu ile, o kışın ortasındaki çamurlu parkı arayacaksın. Heyecan içinde, ayak parmakların uyuşana ve burnun kızarana kadar koşacaksın oraya. Senin karnın değil ancak, kalbin ödem ile dolu olacak. Benim elimi tutmaya ihtiyaç duyacaksın, o pıhtıdan kurtulurken. Şimdileri çok kalabalık gözüken o parkta, gözlerin beni ararken onu bulacak.
İkisi boş, biri dolu, üç mezar.
Boş iki mezara bakacaksın şaşkınlık ile, ardından aralarındaki küçük mezar taşını okuyacaksın.
‘’האהבה שלנו’’
Elini dehşet ile yüzüne götüreceksin, ve o an hissedeceksin, bedeninin her zerresindeki kanı. Korkuyla sıçradığında ayağın şimdi daha da bir kırmızı ipe dolanacak. Ne olduğunu anlayamadan kendini bir çukurda bulacaksın.
O gün yine bir kadın çığlık atacak. ‘’Burada bir adam ölmüş.’’
Uzaktan bir ses duyacağım, bir çığlık. Burası büyük şehir, ne olmuştur kim bilir?
Sirenler duyulduğunda kendine geleceksin. Ellerindeki kan, pis gömleğin, yüreğindeki o boşluk. Sokaktaki yaşlı kadın sana dehşet ile bakacak.
Kafanı çevirdiğinde ise iki dolu bir boş mezar göreceksin.
Birinin üzerinde senin, birinin üzerinde benim, birinin üzerinde ise onun adı yazılı. O üç isimden birinin ölmesini isteyeceksin, birinin yaşamasını ve birinin hiç doğmamış olmasını.


Yorumlar